21 Eylül 2011

dekalog 6







"-beni neden gözlüyorsun?
-çünkü seni seviyorum.
-peki ne istiyorsun?
-bilmiyorum.
-beni öpmek ister misin?
-hayır.
-belki sevişmek istersin?
-hayır.
-öyleyse ne istiyorsun?
-hiçbir şey."


aşk ne kadar sade aslında. aynı anda ihtişamlı... her sabah aynı saatte kapının önüne konan süt şişeleri, postacının adresi eliyle koymuş gibi bulması, hoşlandığı kadından kahve sözü alan genç adamın yüzündeki gülümseme, kirazın etinde kıpırdanan kurt gibi. "mavi"deki evsiz adamın flütünden yayılan müzik, yaşlı kadının o şişeyi cam kumbarasına hiçbir zaman uzanıp atamaması, calvino öyküsündeki,  her sabah aynı saatte gece vardiyasından dönen arturo massolari'nin bazı sabahlar sevgili karısı elide'i elinde kahve, çalar saatten önce öperek uyandırması gibi. birinin çekip gitmesi, bir kapının sertçe çarpması, diğerinin gidip yemek yapması, radyoda cohen çalar gibi. "evlerin saat beş olma hali" gibi. bir bardak su gibi, bir dilim ekmek, berk'in şiirinden geçen ırmak, ırmağın yolunu kesip dizkapaklarının altından devam eden keçiyolu gibi. zweig ölmeye yattığında, onu sonsuz uykuya yalnız göndermeyen lotte'nin, başını sevdiğinin omzuna koyup gözlerini kapaması gibi. perdeleri çekip karanlıkta oturmak, zile basmayıp kapıyı yumruklamak, ipte asılı unutulmuş çamaşırlar, "verso el cielo"nun müziğinde dante'nin sesini duymak gibi. yağmurda ıslanmak, çıplak ayak toprağa basmak gibi. pazar çadırları gibi. birine tüm gücünle tokat atmak, tomek'in bileklerinde kanayan ince çelik çizgi, gölgeli bir yolda yürümek, çalı çırpıyla ateş yakmak gibi. üşümek, ısınmak, yumruğunu bütün acı ve öfkenle duvara sürterek ilerlemek, her gün, yine yeniden yepyeni yenilmek gibi. kirlenmek, günahın dibine batmak, asma köprüyle, gürül gürül akan bir nehri geçmek, çok eski bir sevgilinin öfkeli selamı, dağ başı sessizliği, otel odası kasvetinde aynada kendini seyretmek gibi. reçel yapmak gibi. baudelaire'in geçip giden bulutları gibi. uçurum gibi. ondan nefret ettiğinizi sanan birini için için sevmek, gidip dönmemek, akşam yemeği, bin yıldır güneşin altında büyüyen bir asmanın sıcak üzüm salkımları, deniz gibi deniz, martılar gibi. bütün bir yılın eylül'le aklanması, nietzche'nin o ata sarılıp ağlaması, duvardaki kan lekesi, prens mishkin gibi. kieslowski on emir'den soyunup yalın kalp seslendiğinde orada olmak, en inanmadığın an kaderin gözüne görünüvermesi, magda'nın bilmeyen kalbine "aşk"ı indirmek gibi...