15 Temmuz 2011

tambien la lluvia









"bu sahneyi ben yazmadım, bunlar yaşandı, hepsi gerçek!"

genç yönetmen sebastian, yerli kadınların, bebeklerini köpeklere parçalatan istilacılardan kurtarmak için kendi elleriyle nehirde boğmak zorunda kaldıkları sahneyi çekerken, kadınlardan bebeklerini suya sokmak istemeyen itirazlar yükselince, "bebekleri suya sadece bellerine kadar sokacaksınız, sonrasında ellerinize oyuncak bebekler vereceğiz, endişelenmenize gerek yok" der, defalarca. ama kadınları ikna edemez ve insanın içini yakan bir isyanla "bu sahneyi ben yazmadım, bunlar yaşandı, gerçek. göstermek ve çekmek zorundayız!" diye haykırır...




icíar bollaín'in "tambien la lluvia" filmini aylar önce izledik. bugünlerde türkiye'de vizyona giriş haberlerini okuyunca aklıma geldi de, blogda adı geçsin istedim. filmi seyretmeye karar verdiğimiz an çok cazip gelmişti diye hatırlıyorum. zira ispanyolca bir filmdi, (ki bilmediğim bu dili sadece dinlemek bile benim için büyük zevk. belki film izleyerek öğrenebilirim ispanyolca'yı:) oyuncularından biri dünyanın en tatlı şeylerinden, gael garcia bernal'di:) diğeri, aranoa'nın muhteşem filmi "güneşli pazartesiler"in suskun, derin, aşık, etkileyici karakteri jose'yi canlandıran luis tosar ve heyecanlanmam için ilk anda oldukça geçerli nedenlerdi bunlar. ayrıca bollaín'in aktrisliği bir yana yönetmenlikteki kısa ama sağlam filmografisi de iyi bir referans tabii. film vizyona "yağmuru bile" adıyla girmiş, ben türkçe'ye "yağmur da" şeklinde çevirmekten hoşlandım. güzel bir senaryo, çok zor bir kurguya rağmen, her iki dünyanın, gerçek ve sinemasal bağlarını ince, ustaca yorumlayan yönetmen ve oyuncuları beğendim.



marco polo'nun, yani "beyaz adam"ın kıtaya ayak basışını, tarihin yazdığı gibi değil de, gerçek yüzüyle anlatmak, istilâyı ve yerli halkın katledişini konu alan bir film çekmek isteyen ekip, nispeten ucuz bir çekim planıyla bolivya'ya gider. cennet gibi bolivya ormanları ve fonda harika müziklerle yol alıp şehre ulaştıklarında, yorucu ama keyifli bir çekime başlamak için ilk yapmaları gereken, yoksul ve işsiz yerli halkın oluşturduğu, saatlerdir yakıcı güneş altında uzayan kuyruktan oyuncu seçmektir. köle pazarından işlerine yarayacak olanları seçtiklerinde aralarında daniel'de vardır. daniel, fakir, emekçi yerli halkın, küresel şirketlerin vahşi ve haksız istilalarına, tecavüzlerine karşı çıkan, direnen, dahası "anlamıyorsunuz değil mi? su hayattır!" diyerek, su için verdikleri onurlu savaşı, direnişi örgütleyen bir yerlidir ve bu yüzden çekim boyunca, olayların bir şekilde içinde kalıp, farklı düşüncelerine de şahit olduğumuz ekibe zor anlar yaşatır. bolivya hükümeti'nin yerli halkın suyunu çok uluslu bir şirkete satışının ardından başlayan şiddetli direniş ve ayaklanma, satışın iptaliyle, daniel ve arkadaşlarının savaşı kazanmasıyla biterken, film tarihe gidiş-dönüşleriyle, 500 yıl öncesinden günümüze, gittikçe azgınlaşarak büyüyen sömürü düzenine bir isyan çığlığı gibi...

filmde bolivya halkının doğaya ve suya sahip çıkışını, zor şartlara rağmen gurur verici, göz yaşartıcı direnişini izlerken, bizdeki, su kaynaklarımıza göz diken HES adı altındaki karanlık güç birliğine karşı son zamanlarda gittikçe büyüyen ve bir kısmı şimdilik başarıyla sonuç veren protesto ve direniş aklımdaydı hep...