1 Kasım 2010

zeytin







"çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan, çünkü sadece senin olan tek şeydir o!"

ne çok yağmur yağdı. günlerdir. hatta geçen hafta bir gün rahatsızdım işe de gitmedim ben. öyle hasta psikolojisine girmemeye çabalayıp yüzümde bir gülümseme müzik filan dinledim, film izledim, yemek bile yaptım gücüm yettiğince. evi zaten severim ama dışarıda yağmur yağarken, öyle camlardaki o tıp tıp ses ve o loşluk, çok güzeldi işte... yine aynı gün bir de koli aldım. merakla açınca keyfim daha da yerine geldi. içinden cam bir kavanozda yeşil zeytinler çıktı. "zeytin" deyince nedense ilkin siyah olanlar aklıma gelmez benim. evet zeytinler yeşildi. yemyeşil ve taze. bu yılın zeytinleri. babam aradı sonra. elleriyle hazırlamış. "çok sevdim ben bu işi "dedi. "annen memnun değil gerçi." evet annem sevmez o tür işleri. evinin hiç bozulmayan düzen ve temizliğine tehdit gibi karşılar. babam da n'apmış? yeşil taze zeytinlerini kovaya doldurup kendine yer aramış. bir yamaç yer var onların orada, denize karşı, esintili, ama güneşi arkanıza alınca o ikili nasıl tatlı tatlı okşar insanı. işte oraya bir taşın üzerine oturmuş. hemen oracıkta yapacağı iş için ortam da hazırlayıvermiş çabucak. "kulaklığımdaki müziği de kapadım" dedi. o kadar konsantre olmuş yani zeytinlere. özenle kırmış onları. kırmış diyorum, ama öyle. bıçak değmemeli onlara. o kadar tazelermiş ki hatta tek bir hareketle kırılmışlar, incinmeden, ezilmeden. kırmış ki, içlerindeki acı akıp gitsin dışarı. parmaklarını bile koyu tatlı bir yeşile boyamış zeytinler...

siz hiç zeytin toplanırken gördünüz mü? ben bir kaç defa gördüm ve yaşadım da, çok özel bir andır. güzelim, zarif zeytin ağaçlarının altına temiz örtüler serilir. bir grup insan ağacın altında sevinçle toplanır. bazıları yetiştikleri yere kadar elleriyle tek tek ama seri şekilde toplar. bazıları ağaca çıkar ki en keyif alanlar da onlar olur. bazıları da tarak gibi bir aletle dalları çırparak zeytinlerin örtüye düşmesini sağlar. biraz uzağa gidip seyretseniz, öylece baksanız manzaraya, yani sesler olmasa, insanların şakalaşma sesleri veya birinin bir türkü tutturması meselâ, bir tabloya bakar gibi hissedersiniz. bir van gogh tablosuna bakar gibi...

dün sabah çok sevdiğim bir arkadaşım okuduğu yazının linkini yollamış da, tüm bunları ondan anlatasım geldi size. dücane cündioğlu'nun pazar yazısı.  romy'den bahsetmiş... demiş ki; "gelmiş geçmiş zamanların en güzel tutunamayanına... romy schneider'e...", "schneider'ın gözleri, sanırım bir kadına yakışabilecek hüznün en mahrem tecelligâhı...", "tutunamayışın... düşüşün... zayıflığın.... güçsüzlüğün simgesidir romy schneider. kadın asaletinin simgesi... bu yüzden güzeldir." ne güzel armağan oldu bu yazı bana. evet romy'ye dair her şey gibi hüzünlüydü. ama ben, çok sevdiğim, özlediğim bir yakınıma dair güzel haberler alır gibi heyecanla okudum. hem malum, uzun zamandır buralardaki işaretimdir romy. sonra yeşil zeytinlere karşılık babama yolladım yazıyı. bence güzel bir teşekkür oldu. asıl bağlantı da buydu zaten, ne çok sever romy'yi. onun sayesinde hiçbir romy filmini kaçırmadan izledim ben. bir de şimdi, bugün, hepsini şu yaşımla yeniden izlemeye karar verdim...