27 Aralık 2010

L'arbre


                                

dün gece garip bir film seyrettim. başlarken kararsız, çekingen ben, filmin sonunda, öyle hızla akıp gidişine şaşırdım. filmde kendini baba hisseden bir ağaç vardı. bildiğimiz ağaç... dalları, budakları, kökleri, yapraklarıyla, ama sarıp sarmalayan, okşayan, tokatlayan, kıskanan, öfkelenince bir rüzgâra, fırtınaya dönüşen, bazen dallarını, hatta gövdesini feda eden, şefkatiyle kaplayan bir ağaç. önce küçük kız farketti bunu. sekiz yaşındaki simone. annesine, kardeşlerine de anlattı. ispat etti. ağacın kollarında uyudu gecelerce...


bir şair izlese bu filmi, böyle tersten mi bakar gerçekten. sadece şairler mi böyle bakar hayata, insan bir ağacı "baba" yerine koyabilir, ama ağacın kendisini baba yerine koyduğunu düşünebilenler sadece şairler midir gerçekten? bilmem. öyledir belki... peki, evet öyledir...





 yönetmen, ilk kez tanıştığım julie bertucelli. zaten ikinci filmiymiş. en kısa zamanda ilkini de izlemek istiyorum. daha önce mesela kieslowski ve iosseliani'ye asistanlık yapmış gürcü asıllı fransız bir yönetmen ve üslubu beni etkiledi. charlotte gainsbourg, izlemekten pek hoşlandığım bir oyuncu değil nedense. beni rahatsız eden bir soğukluğu vardır. ama performansı güzeldi, kocaman bir aşktan yarım ve yas içinde kalakalmış bir kadını, insanı sızlatarak canlandırmayı başarmış. ve çocuklar, başta simone olmak üzere hepsi harikaydı. onları, acıyı göğüsleyişlerindeki o tertemiz ve güçlü çabayı seyretmek heyecan vericiydi.