8 Eylül 2010

markut








çocukken, akrabamız olan yaşlı bir hanıma ziyarete gidilirdi. iki sokağın kesiştiği üçgende, pencereleri çiçekli, ahşap çok eski bir evde otururdu. yine öyle sıradan bir ziyaretti işte, çarşıya uğrandı, çay, lokum,  küçük kuru yemiş paketleri hazırlatıldı ve ahşap merdivenlerden, her zaman sessiz, tertemiz, o loş odaya çıkıldı. hal-hatır derken, yine uzun bir sessizlikten sonra kapı çaldı. yaşlı ev sahibi alışık hareketlerle kalktı ve "hoş geldin ayşe" diyerek kapıyı açtı, soluk yüzlü, tuhaf ama temiz giyimli, herkesten farklı olduğu anlaşılan genç bir kadınla geri döndü. ayşe, boş gözlerle, sanki odada hiç kimse yokmuş gibi hızlıca geçip divana oturdu. ev sahibi dolabın üstünden büyükçe bir kutu indirdi, özenle açtı ve içinden kocaman bir bebek çıkardı. aynı anda ayşe'nin yüzü değişti, aydınlandı. ayşe gülümsedi hatta... bebeği kucağına aldı, bluzunu kaldırdı, emzirmeye başladı. bu ne kadar devam etti hatırlamıyorum. zamanın ucunu kaçırdığım andı... tek hatırladığım, gözlerimi ayşe'nin gözlerindeki o deli ışıktan alamadığım... sonra durdu, şöyle bir toparlandı ve bebeğe bir an sımsıkı sarılıp, sahibine dikkatlice uzattı. odadan yine aynı hızla çıkıp gitti. sadece dış kapının sesi duyuldu...