30 Eylül 2010

bugün günlerden ne?






“işte dünyaya böyle alışıyor insan…”


sonbahar film festivalime ağır aksak devam ediyorum. dün akşam, epeydir izlemek için uygun zaman kolladığım, önemsediğim ve bu yüzden de sürekli öteleyip durduğum "güneşli pazartesiler"i izledim. başrolde, işten atılan bir grup liman işçisi, dayanışmaları ece ayhan'ın mısralarını "işsizlik örgütlenmektir, bir düşünün abiler"e çevirmeyi aklıma getirecek kadar güzel adamlar vardı. ve aslında seyrettiğim, gerçek dışı tek bir sahnesi bile olmayan bir masaldı. başlarken zor bir film izleyeceğim hissiyle, koltuğa biraz gergin ve biraz da zorlama bir pür dikkatle ama dimdik, kararlı oturdum. sonrası sürprizlerle doluydu. yönetmen fernando aranoa, her karamsar sanrımı bambaşka bir umut sahnesiyle bozdu. bu adamların yoksunluk içindeki dostluklarını anlatırken zerre kadar duygu sömürüsü izi, süs püs, çaresizlik, entelektüelize etme, kaybeden ağlaklığı hissettirmeden, iyimserliğe kaçmadan, söyleyeceğini mesaja çevirip gözümüze sokmadan, -üstelik alt metin bu kadar ağır ve doluyken- su akar gibi kolayca anlatan bir başyapıt. abartılı diyebileceğim tek şey, filmin sadeliği ve muhteşem müziğiydi ki bu da zihnimi, gözümü, ruhumu dinlendirdi. 









bu orta yaşlı işsiz adamların elebaşı diyebileceğimiz santa meselâ. filmin hemen başındaki tüm yargılarımı ilerleyen dakikalarda tersine çevirdi. sert, kaba saba, gözleri fer fecir okuyan, gayet sıradan görünen bu adam, film boyunca büyüdü durdu. henüz cezasını yeni ödeyip dönerken, yeni bir sekiz bin pesetalık sokak lambasını kıran eylemci ama aynı zamanda bardaki nutuk sahnesinde sadece eylemsel değil, sağlam ideolojik yönünü konuşturan anarşist santa'yı, sarhoş amador'u evine taşıdığında, akmayan musluğu, bomboş buzdolabını ve o bombok evi gördüğünde gözyaşlarını tutamayan duygulu, merhametli santa'yı sevip etkilenmemek imkansız. 


öteki, arka ve kuytudaki ispanya ancak bu kadar "güneşli" anlatılabilirdi. santa'nın, odanın tavanındaki kabaran badanada oluşan avustralya haritasına dalıp hayaller kurarken veya çocuğa ağustos böceği masalını anlatırken karıncaya savurduğu küfürler, sergei'in gagarin fıkrası, hiç gelmeyecek karısını bekleyen amador'un "siyam ikizi" metaforu, üstüne çullanan onca ezici ve işsiz koşturmaca arasında "lady espana" vapurunun tuvaletinde saçını boyayan lino'nun genç görünme çabası, jose'nin, işsiz özgüvensiz ama deli gibi aşık öfkesi...


şu an, yukarıda filme dair anlattıklarımın hepsini silebilirim. yazıya başlarken filmi anlatmaya hiç niyetim yoktu. bu çok saçma! buraya, sadece filmden bir kareyle, altına da kişisel tarihime not babında; "güneşli pazartesiler'i izledim" gibi bir cümle yazmak için oturmuştum.


her neyse... 


benim gibi film izleme konusunda tembel ve tutucu, yeni film sendromlu biri için her an elinin altında bulundurup, hiç düşünmeden defalarca izleyeceği bir hazine. mutsuz ama umutlu bu adamlar, beni hayata yeniden bağladı. filmden bende kalan keskin, güçlü ve "güneşli" bir yaşama sinyali oldu. ha! bir de, tutku derecesindeki ispanyolca öğrenme isteğimi yeniden hatırlamış olmam...