20 Mart 2010

budala








"prens, uzun süre çevresindeki kargaşanın farkına varmadı. herşeyi görüyor, anlıyordu; ama sanki peri masallarındaki görünmeyen adam gibi tümüyle bunların dışında, onu hiç ilgilendirmeyen olayları seyrediyordu. kırık parçaların toplandığını gördü, hızlı konuşmalar duydu. aglea'nın kendisini garip bir şekilde süzdüğünü farketti. genç kız sapsarı kesilmişti, yüzünde çok garip bir anlam vardı, ama öfke ya da kin belirtisi görünmüyordu."


bir kaç gündür küçük küçük üşüme hatta titreme nöbetleriyle geliyorum diyen şey sonunda bastırdı. feci halde şifayı kaptım. bütün gece ateşler içinde yandım, inledim. doktora gitmeyi düşünmüyorum. bu hastalık, bu haftasonu kendi seyrinde ilerleyecek. hükmünü sürecek. ve ben buna zevkle izin vereceğim. sonra dirayetime, onu olgunlukla kabullenişime, umursamazlığıma "pes" diyerek çekip gidecek. gece bir ara, iyi ki annem yanımda değil diye düşündüm. hastalık karşısında onun kadar panik olup, aynı anda da onun kadar farklı ve çok çözüm üreten, uygulayan biri yoktur sanırım. hepsi sıkıcı şeyler. benim bunların hiçbirine ihtiyacım yok şimdi. sadece huzur içinde hastalığımı yaşamak istiyorum. belki çorba içerim en fazla...


hastalık deyince... yaz tatiliydi. uzun ve çok sıcak bir yaz. en fazla on dört yaşında olmalıyım. belki biraz geceler dışında hiç dışarı çıkmamıştım. evet bütün yaz boyu... zira hastaydım. sürekli burnum kanıyordu. doktoruma kalırsa, aşırı sıcak ve ergenlik şeysinin tetiklemesiyle oluşan geçici bir kılcal damar hassasiyetiydi. ama ben ölümcül bir hastalığa yakalandığımı hayal ediyordum. o yaz hiç bisiklete binemedim. ansiklopedi okumadım. düzenli olarak aldığım ve çıkmaları için ayın ilk günlerini iple çektiğim müzik dergilerinin yüzüne de bakmadım. resim bile yapmadım. benim için unutulmaz bir yazdı, gündüzleri eve kapanıp akşama kadar dostoyevski okudum. dosto'nun bütün hasta adamlarına hayran oldum. alyoşa'ya, o harika yeraltı adamına ve en çok da, sevgilim prens mişkin'e...



fotoğraf; godard -a bout de souffle