16 Şubat 2010
kırmızı
''hava soğuk olduğunda pek çok şey daha hızlı olur, rastlantılar mesela...''*
bu, kıyısına kayıp kayıp düştüğüm ve her defasında daha güçlü bir hamleyle doğrulup yeniden tutunmaya çabaladığım kırmızı... aslında bir leke. inanmıyorsun değil mi? "saçma sapan", ama belki bir daha hiçbir zaman o kadar "benden" olamayacak sözlerime inanmadığın gibi... veya yağmur yağınca akıp gidecek sanıyorsun belki de. perdedeki kırmızı belediye otobüsünün caddede akıp gözden kaybolması gibi. hangi filmdi o? sen kesin bilirsin. hani, "kalbim hiç bu kadar kırmızı olmamıştı" diyordu. hah! kutup çizgisi aşıkları. kız mı demişti bu lafı, anna? birbirlerine doğru koştukça daha da uzaklaşmışlardı hatırlıyor musun? ondan aklıma geldi belki. ya da boşver vazgeçtim. eskiydi zaten... kopuk kopuk yazıyorum. şimdi yanımda olsan uyarırdın. bir dolu hata da bulurdun kibarca, gülümseyerek...
o sepete, kucaklayıp alkoller toplamıştın hani. sonra da dönüp kartpostal gibi bir şey iğnelemiştin yakama. somut bir şeydi. pulsuz, kırmızı hediye paketin gibi. peki rimbaud'yu sığdırırken o pakete, ne geçti aklından? benim bilmediğim ne geçebilir aklından? hangi düşünce ki, senin aklından geçip de, daha önce veya hemen sonrasında benimkine uğramamış olsun. ben de buna güleyim mi şimdi kahkahalarla, ne dersin? tamam. yeter. kırmızı lekeye dönelim. çorabımın "alacalı yeşili"ne döktüğün şarabın lekesine. işte tutunmaya çabaladığım oydu...
düşmeyeceğim...
*filmden