10 Şubat 2010

"bugün biri yağmur yağarken şemsiyesini kapadı. ve ıslandı."




"çocuk çocuk oldukta,

zaman, şu soruların zamanıdır:
niye ben benim de
sen değilim?
niye buradayım da
orada değilim?
ne zaman başladı zaman,
nerede biter uzam?
yalnızca bir düş mü
şu güneş altındaki yaşam?"

oruç aruoba


zihnimde şehirleri renklerle kodluyorum ben. üstelik bu renklere sonuna kadar sadık kalarak. istanbul mavidir meselâ, prag altın sarısı değil kahve rengi. hindistan illâ ki şehirdir bende ve rengârenk. paris floresan beyazı, viyana yeşil, bağdat tozlu kırmızı, berlin gri... siyah ve beyaz arasında gidip gelen, grinin tüm tonları... duvarlar, sokaklar, bulutlar, kanatlar. hatta kuğular bile...


ne "sevgili" bir yabancının kadrajındaki sardunyalar, ne de neruda'nın atlarının ışığı değiştirebilir bendeki berlin'in grisini... sisli ve soğuktur bir de. oraya bahar gelmez sanırım hep, hele yaz hiç...






eski bir filmden bahsetmek istemiştim size. wim wenders'in "der himmel über berlin"inden. muhtemelen çoğu kişi -bence yersiz bir çeviri olan- "wings of desire" ismiyle hatırlayacaktır bu filmi.







berlin, melekler, kanatlar, çocuklar, tarih ve aşk üzerine bir masal. film bu şiirsellikle, ama aynı anda da bu kadar sade ve inandırıcı bir üslûpla aşktan bahsederken, zerre kadar duygu sömürüsü hissettirmiyor. bilirsiniz, bu hiç kolay değildir. wenders bunu öyle iyi başarmış ki...





hayatın küçücük, basit tatları için "insan" olmak isteyen bir melek var filmde. sıcak bir fincan kahve, tokalaşacak bir el veya  kelepir bir mont için zırhını satan, kanatlarını koparıp, gittikçe insanlaşan; üşümek, acı duymak, kanamak, çaresiz hissetmek, acıkmak, hayal kurmak için sonsuzluktan ve kutsallıktan vazgeçen bir melek. ya aşk... sirk çadırları "ciddiyetsiz zaman"a teslim olup da bir dahaki sezona kadar sökülüp toparlanınca, ardında bıraktıkları o boş meydanda, aslında ona doğru akıp gittiğini bilmeden meleğini bekleyen, ve "sadece seninleyken yalnız olabiliyorum", "artık bir bütünüm" diyen o trapezci kızın aşkı... barda ilk buluşma... melek damiel'in hayretler içindeki itirafı; " bir kadın ve bir erkeğe hayret ettiğim için insan oldum."






"işte limana vardık. devamı gelecek..."