4 Nisan 2011

hævnen






-ona vurduysan o da sana vuracak, bunun sonu gelmez. anlamıyor musun christian? savaşlar böyle başlar.
-yeterince sert vurursan başlamaz. bu konuda hiçbir şey bilmiyorsun baba.







haftasonu iki heyecan verici film izledim. tamam! şimdi sakin olup size de bahsetmek istiyorum. iki yeni film bu, ve izleyip bitene kadar da, meselâ şimdi bahsedeceğim filmin altın küre ve yabancı film oscar'ı filan aldığını bilmiyordum. gerçi bilsem ne değişirdi? sadece "oscar ödülü" almış filmlere olan önyargımla daha isteksiz başlardım filme, o kadar. her neyse, ikisi de son zamanlarda izlediğim en başarılı filmlerdi, hatta son dönemlerde çekilenlerin içinde bu kadar iyilerinin çıkmasına şaşırdım, sevindim...


iki farklı kıtada, tamamen farklı hayatların  içinde form ve beden değiştirmiş, ete kemiğe bürünmüş korku, kötülük ve şiddet üzerine çarpıcı bir film... danimarkalı yönetmen suzanna bier'in son filmi "haevnen". yani "intikam"... öncelikle, çok sağlam bir hikâyesi var. ama bunu standart bir anlatım şekliyle değil, farklı, ustaca, cesur bir dille yapmış bier... haneke'nin "das weisse band"ından flashbackler yaşatıyor bazen, o kadar etkili, çarpıcı. ama asla yorucu değil... kullandığı nefis iskandinav ve afrika manzaraları ve müzikle, heyecan-gerilim arasında gidip gelirken, aynı anda tuhaf bir şekilde tansiyonu aşağı çekerek güçlü bir huzur duygusu yaşatıyor. oyuncuların performansı film boyunca izledikçe artan, gelişen, neredeyse istisnasız mükemmel, etkileyici.  bier, özelikle çocuklarda ve en çok da ölüm acısını zamansız tatmış ve bu acının üstesinden intikam duygusuyla gelmeye çalışan christian'da harikalar yaratmış... 






kötülük... şiddet... ne zaman nereden geleceğini bazen öngörerek, bazen hiç kestiremeden, yaşar, seyreder, katlanır, korkar, cesur davranır, direnir, isyan eder, bağırır, çığlık atar, savaş ve emek verir, gözyaşı döker, bazen sadece susar, yüzünüzü çevirir gider, ama asla kanıksamamaya çabalarsınız. filmin en çarpıcı sahnelerinden biridir; baba çocuklarının gözleri önünde "kötü adam"dan tokat yer, aşağılanır... burada çocukların yaşadığı hayal kırıklığını sico'nun "bisiklet hırsızları" filminde oğul bruno'nunkine benzettim. utanç ve öfkeyle karışık büyük bir hayal kırıklığı, derin bir üzüntü... babanın, çocuklara iyi örnek olabilmek için, üstelik "pısırık"lıkla suçlanmayı göze alarak, karşılık vermeden çekip gitmeyi başarması çok anlamlı ve değerliydi. zira aynı adam, o kadar güçlü ve hayranlık vericiydi ki, kendisine yapılan kötülüğe karşılıksız kalabilirken, daha biraz önce dr. kimliğiyle yaşatmaya çalışıp başaramadığı kadın için söylenen kötü sözlere tahammül edemeyip, çok şiddetli, ölümcül bir tepki verdi... bu epeydir izlemediğim kadar etkileyici, soluğumu tuttuğum ve sinemanın tüm bilimsel, sosyal vs. yaklaşımlardan sıyrılan görsel-işitsel gücüne iman ettiren bir sahneydi.


filmin tek eleştireceğim yönü bier'in son 20 dakikada garip bir şekilde "mutlu son" telaşına kapılmış olması. yalnız tamamının başarısına bakınca bu durumu kolaylıkla yok sayabilirim. ama, zaten son 20 dakikalık "o kadar kusur kadı kızında da bulunur" bölüm olmasaymış bu film bir "başyapıta dönüşür"müş... bu zamanda bu kadarına sevinip tadını çıkarmayı bilmek lazım. bildik de...