25 Ocak 2011

shaking tokyo!







çocukluk arkadaşım y'nin babaannesi tam 8 yıl boyunca hiç dışarı çıkmadı. kendisini insanların arasına geri döndürmek için verilen tüm çabaları susarak ve yüzünü çevirerek reddetti. çocuklarının, torunlarının özel günleri, yakınlarının cenaze törenleri de dahil... bu elini ayağını çekmişlik, çocuk halimi çok etkilerdi. gizemden doğan bir merak değildi hissettiğim, bu, onu herkesten farklı kılan şeyi başarmasına duyduğum derin saygıydı... y ile oyun oynarken, veya evlerinin önünden geçerken her defasında pencerelere bakmaktan kendimi alamazdım. perdeler daima sımsıkı kapalı olurdu ve yıllar içinde gölgesini bile görmek mümkün olmadı. sonra, 8 yıl sonra, y ile genç kızlığa adım attığımız yıllara rastlayan zamanlarda, birden bire, abartılı bir neşeyle, sanki onca yıldır hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıktı. ilk çıkış anını düşünmek heyecan verici geldi bu defa... şimdi onu herkes yapan, dışarı iten neydi. hangi iç sarsıntı, bu defa onu "normal"e döndürdü. gözleri kamaştı mutlaka ve sokaklarda yeniden yürürken kimbilir nasıl şaşırdı adımları...






leos carax peşinde koşarken, "tokyo"nun üçüncü filmi "tokyo sallanıyor"a takılıp kaldım. adını hiç duymadığım, iyi ki genç ve daha pek çok film çekecek bir yönetmenden (joon bo-hong) baştan çıkarıcı bir tokyo hikâyesi. 10 yıldır evden çıkmayan, "hikikomori" adamın insanlarla tek iletişimi, siparişler için kullandığı telefon ve kapıya gelen, ama asla göz teması kurmadığı pizzacılar... pencereleri sımsıkı kapalı loş bir ev, daha on yıllarca dışarı çıkmamaya göre hesaplanmış malzemelerle dolu raflar, dünyayla arasına bir duvar gibi milimetrik bir özenle örüp yükselttiği pizza kutuları ve hepsini okuduğunu söylediği binlerce kitaptan oluşan bir duvar... tüm bunlar, o cumartesi günü pizza getiren kızın gözlerine baktığı an yıkılıp, paramparça oldu... bu bir depremdi. adama, "bana neler oluyor?" dedirten büyük bir deprem. onca yıl sonra o kapının eşiğinden çıkıp, gözleri kamaşarak kıza doğru koşarken, bu defa doğanın ancak bir başka tür depremle, kendisine benzeyenleri, olmalarını istediği yere, sokağa, diğerlerinin arasına nasıl attığını şaşkınlık ve korkuyla seyretti...