17 Ocak 2011

woman in the dunes



                                            



"-kumun neresi güzel,
sorundan başka bir şey
değil.
-satılabiliyor."


adam, artık kimselerin geçmediği bir çölde yürürken, uçsuz bucaksız, deniz görmemiş bir sahilin karanlığında tökezledi. nadir bulunan bir böcek gibi, diri diri, o kum mezarına yuvarlandı... saçları kum içindeyken ve gözlerine, kulaklarına dolarken, kabusa tutundu tırnaklarıyla. sonra sımsıkı sarıldı, gözlerinden kum süzülen bir kadına... hayali ip merdivenler kurup kaçarken, her defasında kumlardan kadının dizlerinin dibine düştü...


kobo abe'nin "kumlardaki kadın" romanından hiroshi teshigahara tarafından sinemaya uyarlanan filmi izledim geçenlerde. 1964 tarihli film, tamamen soğuk ve uzak dururken üst üste izlediğim uzak doğu filmlerinin en etkileyicilerinden biriydi. nedense bahsetmekte en çok zorlandığım da bu oldu. kobo abe, ünlü romanı için, japonya'da çöl ve kum tepeleri olmadığını hatırlatan bir gazeteciye; "anlattığım kum, bizim kendi kafamızda" demişti, yönetmen bu söze baştan sona sadık kalmış belli ki. kum dağları gibi üstümüze abanan sistemden, korkularımızdan, üstüne de bir kadının, üstelik de doğu toplumundaki yalnız bir kadının katmerlenmiş trajedisinden, baştan sona kafkavari bir tedirginlik ve çarpıcılıkta bahsetmiş. o adam, daha önce görülmemiş, adını koyarak ün ve para kazanacağı kum böceğinin peşinde gittiği o köyde kaybolduğunda, sık sık, "benimle oynamayın, aylak bir adam değilim ben. ben kayıtlı bir vatandaşım" diye haykırıyordu. halbuki şehirde "kayıtlı bir vatandaş"ken de sadece bir kum böceği olduğunu, ellerinin, ayaklarının altından büyük bir kayganlık ve güvenilmezlikle akan kumlara tırmanmaya çalışırken çok geç anladı. "modern" yaşamında değer verdiği, ihtiyaç duyduğu her şeyi; belgeler, sözleşmeler, kredi kartları, kimlik kartları, tapular, faturalar, bonservisler, beyannamelerin kum dağlarının arasından damla damla biriktirip altın suyu gibi gözleri parlayarak ölçüp tarttığı bir kova denize dönüştü.


sistem kısaca şöyle işliyor; köylüler şehirdeki büyük inşaat şirketlerine kum satarlar, bunun için kum çukurlarının dibine ittikleri insanların, karşılığında su ve diğer hayati ihtiyaçlarını karşılamaları için, evlerine akan kumları sabahlara kadar kovalara doldurup yukarı yollamaları gerekir. kumun kabusa ama aynı anda yaşamsal bir alışverişe dönüştüğü hayat... ve "kumları yaşamak için mi kürüyorsun, yoksa küremek için mi yaşıyorsun..?" şaşkınlığı ve isyanı ile önce direnen junpei, bir süre sonra çaresizliğe teslim olup kendini kum küreklerken buluyor. kumlarla savaşan o yalnız, kırılgan ama güçlü kadının yanıbaşında...






kumların o güzelim müzikle oradan oraya akışını, yön değiştirmesini, dalgalanıp, dökülülüşünü, ezilişini zevkle izledim. büyük bir yazar ve yönetmenin ortaklaşa yarattığı başyapıt "suna no onna"... film bittikten sonra bir süre, saçlarımın arasında, üstümde başımda kum taneleri  hissiyle öylece kaldım...